14 Aralık 2011 Çarşamba

iyi ki doğdun...

Keşke böyle olmasaydı diyebileceğim şeyler oldu hayatımda ama
"iyi ki olmuş" diyeceğim ve ömür boyu hep böyle düşüneceğim tek şey söyleyebiliyorum.

 İyi ki doğmuşsun canımmmmmmmmmm, iyi ki varsın.
Seni çok ama çok seviyorum.



28 Kasım 2011 Pazartesi

iyi ki doğmuşum...

Dün gece 12.00'de oturup ateşli haliyle  "çok sevdiğim ve hep seveceğim anneme" notuyla çerçeve yapan ve kutu hazırlayan sevgili Derin kuzuma, Cuma gününden başlayarak, mesaj atan, telefon açan, parti hazırlayan, piyano ile küçük bir hediye parça çalan, 3 boyutlu, renkli kartlar hazırlayan,hediyeleriyle şımartan, beni muhteşem hissettiren, yeni yaşımda yanımda olan, olamayan ama yanımda hissettiğim herkese çoooooook teşekkürler.


İyi ki varsınız,hepinizi çoooook seviyorum. Nice yıllara hep beraber girelim.

13 Ekim 2011 Perşembe

yak gitsin!

2 akşam önce sevgili Sibel'ciğimin bahsettiği tüm istemediklerimizden kurtulmak için onları bir kağıda yazıp yakma fikrini Derin'e anlattım. Vay iyimiş anne bu, ama benim istemediğim çok şey var dedi. Önce bana göstermeden bir A4 kağıda istemediği şeyleri yazdı. Sonra da sen söylersen ben de söylerim diyip yazdıklarını paylaştı. En başa kırmızı kalemle kocaman "İSTEMİYORUM" yazdı.

Neler yok ki:


  • hayatımın kötü olması
  • yakınımdaki insanların sağlığına bir şey olması
  • hastalanmak
  • savaş( özellikle dünya savaşı)
  • kötü enerji
  • borç
  • şişman olmak
  • sızlanmak
liste uzuyor böyle... ama en güzeli şu bence:
arkadaşlarımın oyuncaklarımı kötü bulması ( bunun hikayesi var: lego kulübü kuracaklar. Can, Burak ve Baha Derin'in legolarını az buldukları ve yeterince karakteri olmadığı için kulube almayabilirlermiş. Burak aslında almak istiyor ben biliyorum ama... diyerek bugünlerdeki en büyük sıkıntısına atıfta bunuyor aslında. Doğumgünü hediyesi olarak hangi legoları alabileceğinin hesabı peşinde sürekli)



Sonra yaktık kağıdı. Elinde yanan kağıtla surat müthiş tabi. Ben baya ferahladım anne sen de öyle hisssediyor musun diye sordu 10 dakika geçince. Evet diye gülümsedim. Yattıktan sonra fırlayıp geldi tekrar. Anneee en önemlisini unttuk: "Öfke, öfke" diye fırlayıp geldi yanıma. Tekrar öfkeyi bir kağıda yazıp yaktık. Ertesi sabah kısa süren hazırlık aşamasından sonra çıkarken "anne bak bu kesin işe yaradı, farkında mısın hiç söylenmeden hazırlandım" diye gülümsedi.

Umarım hep işe yarar :)

22 Temmuz 2011 Cuma

güzelliklere, mutlulukla...

Latife Hanım'a...

 akşamüstü iki yakışıklıyla limonata içen

güzel kadına...



"ada"ya ve "ada"dakilere...

23 Haziran 2011 Perşembe

kanatlı kediler

Hayvanları inanılmaz çok seven ve kendini kedi zanneden bir oğlum var. Hatta zaman zaman sırf bu nedenle tırnaklarını kesme konusunda sorun yaşıyorum. Kedilerin tırnağı uzun olurmuş!

Temmuz'du. Derin henüz 2,5 yaşındaydı. Ajansta o dönem neredeyse herkesin bir kedisi vardı ve Derin'e kedi alsana diye bana da inanılmaz bir baskı vardı. Oysa ben bir köpek insanıydım. Her söyleyene de birman ya da himalayan olursa alırım diyordum. Çünkü, çok sevgili arkadaşım ve o dönem komşum olan Noga'da 2 tane birman kedisi vardı ve gördüğüm en muhteşem kedilerdi. Benim kedide hoşlanmadığım her yerde olabilmeleri- yemek masası dahil- Noga'nın kedilerinde hiç bir şekilde yoktu, ayrıca çok sakin hayvanlardı. 


Meltem de ciddi bir kedisever olarak bir sitede 2 yavru himalayan verdikleri ile ilgili bir ilan görüp"Deniiiizzzz buldum" diye bana mail attığında işin ciddiyetini kavrayamadım. Hemen kedi uzmanı Noga'yı aradım. Telefonda yavru himalayanları verdiklerini ama bir tane de 2 yaşında bir Himalayan olduğunu istersek onu alabileceğimizi söylediler. Bir bakalım dedik, ertesi gün Derin, ben ve Noga Ataşehir'de adres aranıyorduk. Kızın sokak kapısının aralığından bize kediyi uzatıp, alın ve gidin tavrı ile şok geçirdik. Noga olayı ele alıp bir dakika manavdan elma almıyoruz diye kızı durdurdu ve yaklaşık 10 dakika kadar ozaman adı Simla olan Simsim ile vakit geçirdi. Sonra aalbilirz dedi ve ben ne yapacağımı bilemez bir şekilde işte o anda kavradım olayın ciddiyetini. Gerçi Derin gibi bahadır'da bir kedi severdi ve küçükkün kedisini kaybettiğinden onun için de inanılmaz iyi bir sürpriz olacağını düşündüm. O sırada yurtdışındaydı kendisi. Eve geldik, Simsim her bir odaya girip bir aslan edasıyla inceledi ve en sonunda salonun ortasında oturarak sanki tamam yaşarım ben burada sizinle dedi bize. Hemen veterinere götürdük, suyunu mama kabını tarağını aldık. Adını o zaman Simla diye söylemekte zorlanana Derin, kendisine Simsim dedi.







İşte o günden bu tarafa Derin'in tüm işkencelerine rağmen bizimle beraberdi Simsim. Hele birden fazla çocuk evdeyse Simsim'i tüm çocuklar gidene kadar görme şansımız yoktu. İnanılmaz sakin bir hayvandı. Resmen konuşuyordu. Kucağına gelmeden izin alırdı. Beni bir kedisevere dönüştürdü. Eskiden kedi ile aynı ortamda olamayan benim bile kanıma girdi ve beni bir kedisevere dönüştürdü.  Her hasta olduğunda Derin'in ayaklarında yatıp nöbet bekledi. Açlığa hiç bir şekilde dayanamazdı. Sabah saatin çalması ile miyavlayarak yemek zamanının geldiğini haber verirdi. Tanıyan herkesin çok sevdiği muhteşem bir hayvandı. Ailemizin bir parçasıydı.

 
Malesef, pazar akşamı Simsim'i akciğer kanserinden kaybettik.


 Geçtiğimiz hafta yemek yememeye başladı, ki bu inanılmaz bir durumdu. Hatta Derin anne sanırım Simsim'de rejim yapmaya karar verdi diyordu. 2 günden fazla sürünce veterinere götürdük. Önce enfeksiyon kaptığını düşündü Gülşah. 2 gün sonra herşey normaldi. Bahadır hasta ziyaretine gitti, her şey yolunda gözüküyordu. Alalım mı dediğimiz perşembe günü Gülşah bir sertlik var bir-iki gün daha dursun bakacağım dedi. Haftasonu alabilirsiniz diyordu. Derin, Şükran Öğretmenin teşviği ile Ayvacık'a götürme fikrindeydi. Olmadı.

Pazar akşamı gerçekten çok büyük bir acı yaşadık. Beykoz tarafından dönüyorduk. Derin, ben ve Şükran Öğretmen beraberdik arabada. Derin Simsim'i alalım diye tutturdu. Tabi Şükran Öğretmene gösterme ve Ayvacık'a gitmeden biraz daha fazla zaman geçirme isteği o kadar yoğunduki aradım Gülşah'ı. Durum iyi değil dedi Gülşah. Yarın tekrar konuşuruz, kanaması var dedi. Şok içindeydim. Derin'e söyledim, gidip görelim dedi. Bizim telefonumuzu beklemişti, gittiğimizde vücudu daha sıcaktı. İnanılmaz bir sahneydi. Simsim'e sarılışı ve ağlayışı yürek parçalıyordu. Hem Simsim için hem oğlum için ağladım. Evin bir ferdi eksilmişti. Tüyünden kesmek istiyorum dedi. Kendi kesti. Biraz yalnız kalmak istermisin dediğimde kafasını salladı ve onunla bir dakikasını yalnız geçirdi. 

 Eve geldiğimizde kendince Simsim için bir tören yaptı. Önce tüyleri saklamak için yer buldu. Aşağıdaki M&M saatini küçük bölümüne mamasından bir parça ile tüyleri yerleştirdi. Takvimde günü işaretledi, bana önümüzdeki yılın takviminde o günü belirtmemi rica etti.

 




 Sabah gördüm, kendisi ile bir resmini de yapıştırarak yatağının yanına yerleştirip resmi kendine döndürmüştü. İyi ki Şükran Öğretmen bizimleydi. Desteği o kadar büyüktü ki....

 Sabah ev boş geldi bana dedi. Gerçekten de şu anda ev bomboş. Derin ve Bahadır ertesi gün Ayvacık'a gittiler. Her sabah Simsim gelecek şimdi diye uyanıyorum. Ne kadar alışmışız.

Simsim'in kanatlı bir kediye dönüştüğünü konuştuk.

 


 Rahat uyu Simsim'cim.

31 Mayıs 2011 Salı




Bugün aldığım haberlerden,


dinlediklerimden

ve

benim paylaştıklarımdan sonra:
 




Derin'in de söylediği gibi:

                                                  

                                          Bugüne ve Hayata... 

kendinizi iyi hissettirecek bir renk düşünün, sonra onun sıvı mı, katı mı olduğuna karar verin, gözlerinizi kapayın ve bunun size iyi geldiğini hayal edin...

6 Nisan 2011 Çarşamba

28 Mart 2011 Pazartesi

ne güzel /ne yazık ki!



Derin Cafe'nin Açık / kapalı kartı. Bayıldım:)
Sloganı da var : Yaşam için...
çok seversin; bu çiçekler sana...

2006
5 yıl geçti aradan... unutmadık seni; bu sabah seni andık Derin'le, 


2011




nur içinde yat.






Bir de şarkı bizden sana: Limon Çiçekleri.






21 Mart 2011 Pazartesi

Geçtiğimiz haftaya neler sıkıştırdık ?

 Çok özlemişiz biz bu dostlarımızı: 

1 saate çok şeyi sığdırmaya çalıştık...
Mayıs'ta görüşelim diye sözleştik.

2 şişe şarap'la sohbeti uzattık ta uzattık...
sabah kalkmakta zorlandık.

bir kahveye diye uğrayıp 2 saat kaldık...
Anlattıkları ile hayrete düştük.


telefonda cıvıl cıvıl sesi ile özlem giderdik...
Mutlaka bu hafta görüşeceğiz diye sözleştik.

beni çok üzen bir olayda aklıma oradaki insanların yaşadıkları geldi,
 yaşamanın kıymetini anladım...

bu çocuğa yapılanları okuyunca insanlığımdan utandım...

araya devlet tiyatrosunun temiz ev oyununu sıkıştırıp eğlendik... 
tavsiye ederiz.

İyi bir hafta olsun herkese.

18 Mart 2011 Cuma

Çanakkale Zaferi'nin 96. yılında...

Çanakkale'de, vatan uğruna canını feda eden yüzbinlerce şehit ve gazimizi şükranla anıyoruz. Atatürk'ü ve o dönemde vatan aşkıyla yanan halkı çok özlüyoruz.








"Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir." -    Churchill

Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur. (Mustafa Kemal Atatürk)


 http://www.canakkalezaferi.com/  sitesini tavsiye ederim. Gerçekten çok güzel hazırlanmış.

BİR YOLCUYA
( Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.).

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.


NECMETTİN HALİL ONAN


Bir de Sunay Akın'ın çok güzel anlattığı Çanakka'leden çok güzel bir aşk hikayesi var. Onu da paylaşmak istedim.

Heybeliada'daki Deniz Okulu'ndan mezun olan İsmail Türe, kendi gibi
Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili parmaklarina
nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler. İsmail
Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü. Üsteğmenin aklına
harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini öğretecek,
Çanakkale'den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için önceden bildirecek
ve böylelikle haberleşeceklerdir.

Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki denizciler sigara
içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin heyecanlı
 oldugu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık
içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür: "Seni
seviyorum…" Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe'ye bakarken, genç aşık
elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir…

Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltların
dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur.

Arkadaşları "Evlen artık şu kızla da, buradan her geçişimizde selamlaşmayı bırak artık" diye takılırlar İsmail Türe'ye.

Denizaltının üstünün ve altının
bir olduğu yağmurlu günlerde bile, Çanakkale Bogazın'dan geçilirken,
elindeki fenerle aşk nöbeti tutan yakışıklı denizci gözünü bir an olsun
ayırmaz Gelibolu kıyılarından.
Yine bir gün, yirmi yedi yaşındaki Üstegmen, Çanakkale'den geçecekleri gün
ve saati, denizaltinin uğradığı bir limandan haber verir nişanlısına. Ege
Denizi'nden Bogaz'a giriş yapacaklarını, en öndeki denizaltının kulesinde
olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi, o gece de uyku
girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde  oturmakta ve gözünü hiç
kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da, arada bir
yanıp yanmadığını kontrol eder yine de…

Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden gelen bir denizaltı,
penceresinin görüş sahasına girmiştir. Genç kız pencereyi açar ve gecenin
karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür.
"Seni seviyorum…"

Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
"Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim
önümüzdeydi…" Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının
komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını
düşünerek, karşılık verilmesini emreder. Yanındakilerin "Ne diyelim
komutanım?" diye sorması üzerine de şunları söyler:
"Ebediyete kadar…"

O gece Üsteğmen İsmail Türe'nin görev yaptigi Dumlupınar, Çanakkale
Boğazı'na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu kıyılarına
gelmeden Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı "Naboland" adlı gemi
tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi aci dolu sesler
çıkararak, Çanakkale'nin karanlık sularında kaybolmuştur. Her şey birkaç
dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan Birinci İnönü
denizaltısı Dumlupınar'a çarpan geminin yanından habersizce geçerek,
Gelibolu'ya ulaşan ilk denizaltı olur.
Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır "ebediyete kadar" sürecek olan
uykusuna!…

 

 
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.